Kerim Kur'an'ın Türkçe Meali; Erhan Aktaş

(Nisâ) 4:77.

4:77. Kendilerine, ellerinizi çekin1, salâtı ikâme edin, zekâtı yapın2 denilen kimseleri görmedin mi? Üzerlerine savaş yazılınca3, içlerinden bir kısmı Allah’ın haşyeti gibi, hatta daha fazla insanlara haşyet4 duyarlar. Ve “Ey Rabb’imiz! Neden üzerimize savaş yazdın, bizi yakın bir zamana kadar erteleseydin ya?” dediler. De ki: “Dünya geçimliği önemsizdir. Ahiret, takva sahibi kimseler için daha hayırlıdır.” Ve hurma çekirdeğinin içindeki lif kadar size haksızlık edilmez.

1- Kimseye dokunmayın. 2 - Namazı kılın, zekâtı verin” şeklinde anlam verilen bu terkipteki “vermek” sözcüğünün kök harfleri أَ ت ي (Elif-Te-Ye) olup, 549 yerde geçmektedir. Ve sözcük, ağırlıklı olarak şu üç anlamda kullanılmaktadır: Yapmak, getirmek ve vermek. (اتى) Âta, vermek, (أَتَى) Eta yapmak anlamına gelmektedir. Her ne kadar bu terkipte,” vermek” anlamına gelen “Âtû” yer alsa da (اتى) âtû sözcüğüne, “yapmak” anlamının verilmesi de mümkündür. Zira arınmak, aklanmak, temizlenmek demek olan “zekât”, verilen bir şey değil, “yapılan” bir şeydir. Kur’an, zekât sözcüğünü “arınmak” anlamında kullanmaktadır. (Örneğin 19:13) Zekât, mali yardım değil, mali yardım yapılarak malın arınmasıdır. Mali yardım sadakadır. Sadaka verilirse, malın arınması gerçekleşmiş olacaktır. Bu terkip: İbadete layık yegâne ilahın yalnızca Allah olduğuna inanmak; Allah’a yönelmeyi, kulluğu, duayı ve ibadeti, “şirkten arınmış bir bilinçle; arınmış, arı duru hale gelmiş bir benlikle yapmak; dayanışmayı, yardımlaşmayı ve destek olmayı canlı ve diri tutmak demektir. 3- Gerekli görülünce, zorunlu kılınınca. 4- Derin saygı ve içten sevgi besleyerek; onları Allah’tan üstün ve yüce görürler. Bu sözcüğe korkma anlamı vermek doğru değildir. Sözcük, “huşu” (içtenlik) samimiyet anlamındadır.


Arapça
4|77|أَلَمْ تَرَ إِلَى ٱلَّذِينَ قِيلَ لَهُمْ كُفُّوٓا۟ أَيْدِيَكُمْ وَأَقِيمُوا۟ ٱلصَّلَوٰةَ وَءَاتُوا۟ ٱلزَّكَوٰةَ فَلَمَّا كُتِبَ عَلَيْهِمُ ٱلْقِتَالُ إِذَا فَرِيقٌ مِّنْهُمْ يَخْشَوْنَ ٱلنَّاسَ كَخَشْيَةِ ٱللَّهِ أَوْ أَشَدَّ خَشْيَةً وَقَالُوا۟ رَبَّنَا لِمَ كَتَبْتَ عَلَيْنَا ٱلْقِتَالَ لَوْلَآ أَخَّرْتَنَآ إِلَىٰٓ أَجَلٍ قَرِيبٍ قُلْ مَتَـٰعُ ٱلدُّنْيَا قَلِيلٌ وَٱلْـَٔاخِرَةُ خَيْرٌ لِّمَنِ ٱتَّقَىٰ وَلَا تُظْلَمُونَ فَتِيلًا+
Latin
77. E lem tera ilâllezîne kîle lehum kuffû eydiyekum, ve ekîmus salâte ve âtûz zekât(zekâte), fe lemmâ kutibe aleyhimul kıtâlu izâ ferîkun minhum yahşevnen nâse ke haşyetillâhi ev eşedde haşyeh(haşyeten), ve kâlû rabbenâ lime ketebte aleynâl kıtâl(kıtâle), lev lâ ahhartenâ ilâ ecelin karîb(karîbin). Kul metâud dunyâ kalîl(kalîlun), vel âhıratu hayrun li menittekâ ve lâ tuzlemûne fetîlâ(fetîlen).